- Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba. Ben İsa. İlk olarak İsa’yım ben; fakat hâlâ hangi Îsâ olduğunu bulamamış bir İsa…
İçimde çok sayıda Îsâ olduğunu düşünüyorum. Kendimi bildim bileli, bir arayış içinde ve aslında bunun tam olarak farkında olmadan, öylece huzur içinde yaşayıp giden tuhaf bir insanım yani. Sanki, sürekli şekilde, bir şey/şeyler arama durumunda olması gereken bir adam olmalıymışım gibi enteresan hisler içinde yaşıyorum. Aslına bakarsanız buna ne kadar yaşamak denebilir, onu da henüz hâlâ anlayabilmiş değilim. Dedim ya tuhaf bir adamım ben…
Çocukluğum da böyleydi; neden herkes gibi ‘normal’ bir insan olarak vâr olamıyorum, diye kendi kendini yiyip bitiren sorular içinde bulurdum kendimi, dâimâ… Velhasıl-ı kelâm, ben hep ben olarak, ama ‘hangi ben’ olduğunu bilmeden, ilginç bir çocuk olarak yaşayagiden ve zamanla da büyüyen; fakat nasıl olup da bir anda büyüyüverdiğini de tam olarak anlayamamış bir ben olarak vâr olageldim, bu hiç durmadan hızla akıp giden hayat nehrinin içinde…
İyi bir insan olmam gerektiğine inandım hep. İyi bir insan olmayı, böylece yaşamayı seçtim. İyi olmak hep ve her zaman güzeldi. Güzel olan da insana huzur verirdi. Mutlu biri olmaktansa huzurlu bir insan olmayı yeğlerim. Çünkü huzur, başkaları veya başka şeyler, yani dışsallar olmadan yaşanabilen yegâne asilce duygudur. Huzur insanı iyi yapar. Huzûru istemek, iyi olmayı istemektir; iyi biri olarak yaşamayı seçmektir. Huzûru istedim, iyi biri olmayı seçtim. İyi bir insan olarak vâr olmaya çalıştım dâimâ…
Ve kötülük… Ve kötüler, hep ve her zaman vardılar. Onlar her yerdeydiler. Onları asla anlamıyordum; hâlâ da anlamış değilim.
Kolaydı kötü olmak; insanların büyük çoğunluğu kolay olanı isterlerdi. Bu yüzden kötü olmayı istemek gibi bir seçim yoktu; meselenin özü ‘iyi olmayı seçmemek’le ilgiliydi. Çünkü zordur, iyi biri olarak yaşamayı tercih etmek. Bunun için, belli bir mücadele vermek, direnmek, kötülüğe ve kötülere karşı, sürekli bir savaşım içinde olmak gerekir. Bu da zor olacağından, iyi olmayı tercih etmemek, kolaycıların ve basitlerin ömürlük yolu olacaktır.
Her neyse…
Bana kendimi iyi ve huzurlu hissettiren şeyler arasında, bilim, sanat ve edebiyatı sayabilirim. Biraz da felsefe elbette. Yazmayı ve yazarak kendi kendimle (içimde kaç tane olduğunu bilmediğim ‘ben’lerimle) konuşup dertleşmeyi severim. Bu bana hep iyi gelmiş ve huzur vermiştir. Belki de varlığımdaki amansız huzur arayışının tezâhürüdür, benim için yazmak. Bâzı nâçizâne şiirlerimde de belirttiğim üzere yazmadan yaşayamıyorum, yaşatamıyorum içimdeki benleri…
Ancak bunlardan da önce ve öte olan huzur kaynaklarım, temiz hava, tüm bir hayâtın içine sığdırılabildiği güneşli güzel bir gün ve böylesine cennet bir günde gerçekleştirilebilen uzun soluklu bir yürüyüştür.
Tam da şiir havası…
Gel de yazma!
- Kendinizi ne zaman yazar olarak tanımlamaya başladınız?
Yazmaya ilk olarak şiir türüyle başladım. Şiir yazmak, şiiri yazanın kendine dâir ‘yazar olmak’ tanımlamasını yapabilmesinde ne ölçüde yetkinlik arz edebilen bir edebî türdür, bilemeyeceğim. Sanırım bu, tartışmaya açık bir ayrıntı.
Şiirle geçen yıllar içinde, yine eş zamanlı olarak deneme türünde yazmaya başladım. 15 yılı aşkın süredir, adına ‘düşünce yazıları’ dediğim, konu sınırı tanımadığım ilginç yazılar yazıyorum. (Yayımlanma kararının verilebileceği mümkün günler geldiğinde, denemelerimi de Ritim Sanat Yayınları’ndan yayımlatmak isterim. )
‘Roman yazmak kim – ben kim?’ dediğim yıllarda da romana el attım. Roman da yazabileceğimi keşfettim.
Bu yazma işi, kesinlikle sonu gelmeyecek olan bir keşif süreci…
Romanımın tamamlanması birkaç yılımı daha alacak gibi görünüyor. Nerede başladı, nereye doğru gidiyor, inanın bunu da bilemiyorum. Tam bir derin uzay…
Uçsuz bucaksız karanlığında kaybolunup gidilmeye değer bir yer, roman… Kendisiyle ilgilenebildiğim tek uğraş o olsaydı romanım daha kısa bir sürede tam bir vücut bulabilirdi.
Henüz lise öğrencisiyken başladı, yazma rahatsızlığım. Zamanla bunun bir bağımlılık olduğunu keşfettim.
Evet, ben bir bağımlıymışım. Yazmanın kölesi… Boş bir defter ve güzel yazan bir kalem de benim yeri doldurulamaz, şâibesiz, tek mümkün efendilerim oluyor. Başka efendiye de ihtiyaç duymuyorum.
Ve evet, yazmanın benim için en temel ihtiyaç olduğunu hissettiğim andan beri yazarım ben…
Demek ki yazmak aynı zamanda bir hislenme işidir de.
Kendisine dâir yaşamsal bir ihtiyaç hissini duyduğumuzda başlayan sonsuz bir yolun keşif yolculuğudur yazmak.
İşte böyle bir yolun gönüllü, dâimî yürüyeni olmayı sürdürmek de yazar olmak demek, olsa gerek.
- Türkiye’de ve dünyada en beğendiğiniz yazar / yazarlar kimler?
Türk Edebiyatı’nda çok fazla sayıda hârikulâde yazar ve şâirler var. Şimdi burada hepsini sayamam. Yine de birkaç örnek verebilirim, benim özellikle sevdiklerimden.
Ümit Yaşar Oğuzcan, benim için dünyanın en iyi şiir işçisidir. O bir kelime heykeltraşıdır, kanımca ve duygularımca. Dağ Rüzgârı adlı şiirini her okuduğumda, kendimi yüce dağların başında yaşayan bir münzevî Anka Kuşu gibi hissederim…
Orhan Velî’yi de çok severim, yaşam tarzı, kişiliği, kendime benzediğinden galiba. Kısacık yaşamına birçok hayat doldurarak mükemmel şiirler yazmış, Rimbaud’un Baudelaire’ye yönelik övgüsünü hak eden büyük şâirlerden…
“İlk göreğen, gerçek bir Tanrı!”
Türk romanına girmek istemiyorum, çünkü orası tam da içinde kaybolmalık, ucu bucağı olmayan bir umman, belki sonsuz bir okyanus… Şimdi oraya derinlemesine girersek belki hiç çıkamayabiliriz… : )
Ancak yine de en sevdiklerimden tek bir isim vermek gerekir elbette:
Peyâmi Safa’nın Yalnızız’ını okuyup da öylesine yetkin, öylesine içkin ve seçkin ve öylesine aşkın ve eşsiz derinlikteki bir yalnızlığın uzayında, sonu olmayan zihinsel bir yürüyüş içinde olmayı istemeyecek bir edebiyatsever olamaz diye düşünüyorum.
Ayrıca dünya edebiyatındaki Dostoyevski, Balzac, Dickens, Stendal, Dumas vb. roman yaratıcılarını okumuş biri olarak şunu belirtmek isterim:
Roman türünün gelişimine yönelik daha yapılacak çok şey var. Kendi romanlarımda bunu bizzat göstermek istiyorum. Umarım böylesine uzun soluklu ve çetrefilli yollarda ilerleyebilen ürkütücü bir hedef için yeterince zamâna sâhibimdir.
Şunu da özellikle eklemeden geçemem; Montaigne’nin Denemeler’ini okuduğumda henüz on sekiz yaşımda bile değildim. Bu kitap, benim hayatımdaki dönüm noktalarından biridir.
Belki de şiirle eş zamanlı şekilde ve devamındaki yıllarda başlayan deneme yazma alışkanlığım da Montaigne’nin bilinçaltımda bıraktığı derin, özel ve özgün izler sâyesinde doğmuştur.
Bazen, herhangi bir zamânın herhangi bir yerinde, bir şekilde karşınıza çıkan çok özel bir kitap, yaşam yolculuğunuzda, nefes aldığınız her ân ihtiyâcınız olan yol göstericiniz olabilir.
- İlk kitabınızı bastırmayı ne zaman düşündünüz?
On yılı aşkın bir süre önce şiir dosyam, yayımlanmak için hazırdı.
Gel gelelim, aradığım yayınevini bulamadım. Tâ ki Ritim Sanat Yayınları ile karşılaşana kadar. Size bunun için ne kadar teşekkür etsem azdır.
- Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?
Seçici ve anlayışlı; yaşama, doğaya ve insana dâir sorular soran, donanımlı ve meraklı ve de nâzik bir okur kitlem olmasını, dünyada en çok sâhip olmak istediğim şeyler arasında sayıyorum.
Niteliklilikten anladığım da budur.
- Kitabınızın teması nedir?
Genelde insanın yaşadığı, yaşayabileceği tüm duygulardan; aşktan, özlemden, hasretten, çâresizlik ve çâre arayışından, genel anlamdaki arayıştan ve yaşam ve ölümden bahsetmeye meyilli bir şâir olduğumu söyleyebilirim.
- İlham kaynağınız nedir?
Dört mevsim ve dört mevsimde yaşanabilecek olası tüm duygular bana ilham verir.
- Okurlar eserinize nereden ulaşabilir?
Bu, edebiyat yolunda hep duymak isteyeceğim, yazarı mutlu eden sorulardan biri…
Elbette ki ritimsanatyayinlari.com adresinden ve umarım, zamanla tüm global vitrinlerden ulaşılabilir.